Bu yazımızda bir oyun oynarken o oyunda bulunan ana karakter yerine neden kendimizi de koyduğumuza ve niçin o karakter gibi oynamaya başladığımıza ilişkin olarak bilgilere yer veriyoruz.
Günümüzde hikaye merkezli oyunlar oynarken sıklıkla başımıza gelen bir husus vardır: Oynanan oyundaki ana karakterin yerine kendimizi koymak… Bu aslında onunla duygusala bir bağ kurmaktır.
Pek çok oyuncu, ana karakterin yerine kendisini koyarak o oyundan daha fazla zevk almaktadır. Oyun oynarken kontrol ettiğimiz karakteri bazen kendi karakterimize de yakın gördüğümüzden veya o karakter kendi yanlarını çok başarılı bir şekilde bize geçirebildiğinden bu durum içerisine düşeriz. Kararlar alırken kendimize veya karakterimize göre düşünür, duygusal anlardaki yoğunluğu tadarak ona göre kararlar alabiliriz. Bu durum özellikle diyalog seçimlerinin olduğu hikayeli oyunlarda çok söz konusu olmaktadır. Örneğin The Witcher 3 buna gösterilebilecek güzel bir örnektir.
The Witcher 3 yapımındaki ana karakter Geralt, onun gibi düşünüp karar vermenizi sağlayacak olan spesifik özelliklere sahip olsada dilerseniz onu tamamen kendiniz gibi oynayabilir ve gelişen olaylar karşısına ona göre kararlar verebilirsiniz. Geralt örneğinin yanına Arthur ve Kratos gibi örnekler de verebiliriz. Bu karakterlerin ortak özellikleri kendi kişiliklerini bizlere çok iyi aktarmalarıdır ve bu yüzden onlarla duygusal bütünlük sağlayabilmemiz mümkün olur. Bazı karakterler ise çok çizgisel ve düz durumdadır. Bu yüzden onlar gibi düşünmemiz ve hareket etmemiz içimizden gelmez ve o oyunlar da zaten genelde başarısız olmaya mahkum olur.
Oyuncunun bir karakterin içerisine girebilmesini sağlayan en önemli unsur kontrol ettiği karakterin kişiliğini tanımaya ve sevmeye başlamasıdır. Karakterin hangi durumda nasıl davranacağını yavaş yavaş kestirir ve kendisiymiş gibi benimseyerek oynar. Kontrol edilen karakterin detaylı ve başarılı bir kişilik senaryosu oluşturulmuş ise zorlu seçimlerle karşılaştığınızda bile o karakter gibi düşünerek karar verebilirsiniz.